Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar: Sürdürülebilir bir gelecek için acil eylem gerek
İklim değişikliği, günümüzde artık tüm ülkelerin kalkınma süreçleri üzerinde derin etkilere sahip bir konuma gelmiştir. Son dönemde aşırı hava olaylarına, fırtına, sel, taşkın veya yangın haberlerine daha sıkça tanık olmaktayız. Üstelik geçmişte nadiren rastladığımız bu gelişmeler, son dönemde neredeyse her gün karşımıza çıkan bir gündem maddesi niteliği kazanmıştır. Bu çerçevede iklim değişikliğinin etkilerinin hali hazırda küresel ölçekte hissedildiğini, gelişmekte olan ülkelerdeki en savunmasız toplumların ise bu durumdan en fazla etkilenenler olduklarını söylemek yanlış olmamaktadır.
Tarım, su, sağlık ve altyapı gibi kalkınma için hayati sektörler, değişen iklimin yarattığı olumsuz etkileri derinden yaşamaktadırlar. Gıda güvenliği, su kaynakları, insan sağlığı ve altyapı bütünlüğü üzerindeki yıkıcı etkiler, iklim değişikliğiyle mücadele etmek ve uyum sağlamak için acil ve kapsamlı bir eylemin gerektiğini giderek daha da açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Üstelik bu bağlamda yapılacak yatırım planlamalarına güçlü finansman desteklerinin de sağlanmasına yönelik çerçevelerin çizilmesi elzemdir.
Bu sebeple iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini kalkınma süreçlerinde en yakından görebildiğimiz birkaç sektöre değinmek ve küresel düzeyde kalkınma ve iklim finansmanı bağlamındaki en güncel gelişmelere yer vermek fayda sağlayacaktır.
İklim Riski Altında Kritik Sektörleri Yönetmek
İklim değişikliğinin getirdiği riskler her sektörü aynı ölçüde ve aynı şekilde etkilememekle birlikte ekonomik faaliyetlerin sektörler arası ilintili yapısı sebebiyle neredeyse tüm sektörlere sirayet etmektedir. Bu sebeple bu makalede ele alınmakta olan sektörlerin, konunun çok kısıtlı bir kısmını teşkil ettiği unutulmamalıdır. Bu bakımdan bu makale ile okuyuculara konunun ehemmiyeti açısından ufuk açıcı olunması amaçlanmaktadır.
İklim değişikliği denildiğinde ilk akla gelen sektörlerden olan tarım, gelişmekte olan ekonomiler için hayati bir niteliğe haiz olup iklim değişikliğinin etkilerine karşı oldukça hassastır. Zira, sıcaklık ve yağış düzenindeki değişiklikler ile aşırı hava olayları, ürün verimlerini olumsuz etkilemekte, gıda güvenliği için ciddi tehditler oluşturmaktadır. Bu da yüksek gıda fiyatlarına, beslenme bozukluklarına, açlığa ve ileriki evrelerde kıtlığa yol açabilmektedir. Dünya Bankası verilerine göre, iklim değişikliğinin 2030 yılına kadar ilave 100 milyon insanı aşırı yoksulluğa sürükleyeceği bulgusuna erişilmiş ve bu durumun başlıca nedeni olarak iklim değişikliğinin tarım sektörü üzerindeki etkileri gösterilmiştir.
Gelişmekte olan ülkelerdeki en yoksul ve savunmasız kesimler, gıda güvensizliğinden en çok etkilenen grup olmakta ve yükselen gıda fiyatlarına karşı ihtiyaç duyabilecekleri kaynaklara erişmekten yoksun durumdadırlar. Üstelik konu yalnızca gıda sistemleri çerçevesinde değil, göç hareketleri ve sosyoekonomik değişiklikler bağlamında da önem arz etmektedir. 2019 yılında Doğu Afrika’da yaşanan kuraklık ve hava koşulları neticesinde hasatlarda yaşanan başarısızlık, milyonlarca insan göç etmesine neden olmuş, açlık ve sosyoekonomik sarsıntılar yaşanmasına yol açmıştır. Dolayısıyla özellikle gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bu gibi durumlar değindiğimiz kırılganlığı ve kalkınma bağlamında yaşanan zorluğu açıkça göstermektedir.
İklim kaynaklı aşırı sıcak dalgalarının sektördeki etkilerine ilişkin olarak önde gelen reasürans şirketlerinden olan Swiss Re verilerine göre, sigorta şirketleri tarafından kuraklıktan kaynaklanan mahsul kıtlığı veya kontrol edilemeyen yangının mülklere verdiği hasar gibi ısıya bağlı felaketlere ödenen miktar, son beş yılda 46,4 milyar dolara ulaşmış durumdadır. Bu miktarın önceki beş yılda toplam 29,4 milyar dolar olduğu düşünüldüğünde, sigorta sektörünün de iklim kaynaklı riskler dolaysıyla ciddi bir ekonomik tehditle karşı karşıya olduğunu söylemek mümkün gözükmektedir.
Bir diğer önemli sektör su kaynaklarının yönetimiyle ilintilidir. İklim değişikliği, küresel su kaynakları üzerindeki baskıyı artırmakta ve tarım, sanayi ve halk sağlığı gibi alanlarda etkiler yaratmaktadır. Kuraklıklar, sel, taşkın ve deniz seviyelerinin yükselmesi, su erişimini ve yönetimini zorlaştırmakta ve özellikle gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkilemektedir. Kuraklık ve orman yangınları, bitki örtüsünün ve ağaç örtüsünün yok olmasına yol açmakta, bu durum da toprak erozyonunu şiddetlendirmektedir. Bunun sonucunda ise yeraltı suyunun beslenmesini azaltarak su kıtlığı ve gıda güvensizliği yaşanması riski artmaktadır. Öte yandan talep taraflı bakıldığında artan su talebi; enerji yoğun su pompalama, suyu taşıma ve arıtma ihtiyacını artırmaktadır. Bu talepteki aşırılıklar veya dengesizlikle su güvenliği tehdidi yaratabilmektedir.
Afrika’nın çeşitli bölgelerinde yaşanan kuraklıklar, tarım üretimini engellemekte ve gıda güvenliği ile ekonomik istikrarı olumsuz etkilemektedir. Bu noktada şüphesiz adil su erişimi ve sürdürülebilir su yönetimi uygulamaları, değişen iklim karşısında dirençlilik oluşturmak için önemli konuma gelmektedir. Konu ayrıca iklim değişikliğinin etkilerinin artmasına paralel, sınır aşan su politikaları bağlamında ülkelerin dış politikalarında da bu alana daha fazla yoğunlaşmalarını gerektirecek unsurlar barındırmaktadır. Zira su kaynaklarının yönetimi giderek zorlaşırken, birden fazla ülke arasında konumlanan mevcut su kaynaklarının kıyıdaş ülkeler arasındaki hakkaniyetli paylaşımı uluslararası mecrada daha hassas bir konu halini alacaktır.
İklim değişikliği sadece bir çevre krizi değil aynı zamanda halk sağlığına yönelik de ciddi bir tehdittir. Yükselen sıcaklıklar, ısı çarpması riski, dehidrasyon ve sıcaklık artışıyla ilişkili hastalıkları, yağış düzenindeki değişiklikler ise kolera ve tifo gibi su kaynaklı hastalıkları artırabilmektedir. İklim değişikliği, sivrisinekler ve kene gibi hastalık taşıyan böceklerin yayılmasına da neden olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, iklim değişikliğinin 2030-2050 yılları arasında yılda 250.000 ilave yaşam kaybına neden olması beklenmekte olup, bunun temel nedenleri olarak beslenme bozuklukları, sıtma, ishal ve ısı stresi sayılmaktadır. Isı dalgaları, sel felaketleri ve kuraklıklar gibi aşırı hava olayları artan ölüm oranlarına ve hastalıkların yayılmasına katkıda bulunmaktadır.
2021 yılında Hindistan ve Pakistan’da yaşanan ölümcül ısı dalgası gibi durumlar, iklim değişikliği tarafından tetiklenen sıcaklık artışının etkilerinin hangi seviyelere varabileceğine dair tartışmaları daha da artırmıştır. İnsan sağlığını korumak, uyum önlemlerini hayata geçirmek ve etkin hastalık izleme sistemleri oluşturmak için acil eylemler gerekmektedir. Öte yandan sıcaklık artışları özelikle açık havada çalışan kesimler için de bir tehdit haline gelmekte, ısıya maruz kalma nedeniyle ölüm, yaralanma, hastalık ve verimliliğin azalması gibi sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Kanada’nın British Columbia eyaleti özelinde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, 2021 yılında meydana gelen bir sıcak hava dalgasının, tazminat ödenmesini gerektiren işyeri yaralanmalarını önceki üç yıllık ortalamaya göre yüzde 180 arttırdığı ortaya konulmuştur. Bu yanıyla iklim değişikliğinin önümüzdeki dönemde kamu sağlığı açısından özellikle ekonomik faaliyetlerin yürütülmesiyle ve işgücü piyasasıyla ilgili pek çok düzenlemeye de yol açacağını söylemek mümkün gözükmektedir.
İklim değişikliği; ulaşım, iletişim ağları gibi altyapıyı etkileyen, sel, toprak kayması ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi aşırı hava olaylarının sıklığını ve şiddetini artırmaktadır. Bu durum, yollar, köprüler ve temel altyapıyı hasar vererek ulaşımı ve temel hizmetlere erişimi engelleyebilmektedir. Örneğin, 2019 yılında Mozambik, Zimbabve ve Malavi’yi etkileyen İdai Kasırgası, bu ülkelerdeki altyapıya çok ciddi zarar vermiş ve milyonlarca insanı su ve sanitasyon gibi temel hizmetlere erişimden mahrum bırakmıştır. Kalkınma aşamalarında hali hazırda geride olan bu ülkelerin mevcut kalkınma finansmanı mimarisinde oldukça kısıtlı kaynaklara erişebildiği bilinmektedir. Dolayısıyla bu ülkeler için bu afetin tahmini maddi hasarının milyarlarca dolar olduğu göz önüne alındığında, iklim kaynaklı bu felaketin kalkınmanın finansmanı bağlamında da oldukça yaralayıcı olduğunu değerlendirmek mümkündür.
Bu gibi olaylar, gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya kaldıkları savunmasızlığı ve kırılganlığı göstermektedir. Bu afetlerin finansal etkileri milyarlarca dolarlık kayıplara neden olmaktadır. İklim açısından dayanıklı altyapıya, afetlere hazırlıklı olmaya ve erken uyarı sistemlerine yatırım yapmak, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak ve toplulukları iklim değişikliğinin etkilerinden korumak için hayati öneme sahiptir.
Yeni Küresel Finans Mimarisinden Ne Beklemeliyiz?
Gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliği karşısında düştüğü bu durum mevcut finansal mimarinin eksiklikleri de göz önüne alındığında bu ülkeleri daha da zor bir konuma sürüklemektedir. Halihazırda gelişmekte olan ülkeler finansman mimarisi altında hibe ve imtiyazlı kredilere erişmekte sorun yaşamaktadırlar. Ayrıca kurumsal kapasite yetersizliği dolayısıyla fonlanabilir proje üretmek ve hayata geçirmek konusunda da sıkıntılar yaşamaktadırlar. Bununla birlikte küresel düzeyde artan faiz oranları da bu gidişata yardımcı olmamakta, aksine yüksek borç düzeyine sahip bu ülkeleri önümüzdeki süreçte içinden çıkılması çok zor bir sarmala sürüklemektedir.
Bu kapsamda çözüme yönelik atılan önemli bir adım, Bridgetown Girişimi’dir. Barbados Başbakanı Mia Mottley tarafından 2022 Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP27) başlatılan Bridgetown Girişimi, iklim ve kalkınma krizlerine daha iyi bir şekilde yanıt verebilmek için küresel finansal sistemin reformunu talep etmektedir. Girişimin önerileri arasında, iklim değişikliğinden orantısız şekilde etkilenen ülkelere destek sağlamak için yeni bir kayıp ve zarar (loss and damage) fonu oluşturulması, iklim felaketleri durumunda ülkelerin borç ödemelerini geçici olarak askıya almasına izin veren doğal afet maddesi konusunun tüm kredi anlaşmalarına dahil edilmesi ve gelişmekte olan ülkelerin iklimle uyumlu altyapı ve uyum önlemlerine yatırım yapmalarını kolaylaştıracak daha fazla hibe ve imtiyazlı finansman sağlanması bulunmaktadır.
Bu girişimi takiben Paris’te gerçekleştirilen Yeni Küresel Finans Paktı Zirvesi de bu doğrultuda iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir kilometre taşı olarak nitelendirilebilmektedir. Haziran 2023 tarihinde düzenlenen Zirve, Bridgetown Girişimi’nin ivmesini sürdürmek adına bir fırsat olmuştur.
100’den fazla ülkenin temsilcisinin katıldığı zirve, finansal kaynakları etkili bir şekilde harekete geçirme aciliyetini vurgulamıştır. Aynı zamanda iklim değişikliği, kalkınma ve finansal sistemler arasındaki bağlantıları ele alma fırsatı sağlamıştır.
Zirvenin önemli sonuçlarından biri, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğine uyum sağlamalarına yardımcı olmak sağlanacak kaynakları artırma taahhüdüdür. Bu, mevcut düzeydeki finansmanın yetersizliği göz önünde bulundurulduğunda doğru yönde atılmış olumlu bir niyet beyanıdır. Zirve aynı zamanda küresel finansal sistemin iklim krizine daha duyarlı hale getirilmesi gerektiğini de tartışmıştır. Bu, gelişmekte olan ülkelere daha fazla hibe ve imtiyazlı finansman sağlanması ve iklim değişikliği kaynaklı kayıp ve zararla başa çıkmak için yeni mekanizmaların oluşturulması gibi konuları içermektedir.
Yeni Küresel Finans Paktı Zirvesi ve Bridgetown Girişimi, küresel finans mimarisinin geliştirilmesi için önemli bir ilerlemeye işaret etmektedir. Ancak, daha fazlasının yapılması gerektiği açıktır.
COP-28’de Cesur Eylemler Görmenin Zamanı Geldi
Bu sene Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dubai kentinde gerçekleştirilecek olan BM İklim Zirvesi 28. Taraflar Konferansı (COP28) bu hedeflere ulaşılması için ülkelerin ne kadar istekli olduğunu gösterecektir. Zira bu sene gündemdeki konular arasında gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere sağlayacakları yıllık 100 milyar dolar taahhüdündeki son durum, bu miktarın üzerinde bir seviyede belirlenecek yeni iklim finansman hedefi, uyum finansmanının artırılması, çok taraflı kalkınma bankalarının reforma tabi tutulması ve kayıp ve zarar fonunun işlevsel kılınması bulunmaktadır.
Dünyanın en zengin ülkeleri kendilerinden beklenildiği üzere taahhütlerini yerine getirmeli, bu taahhütleri geliştirmeli ve gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaç duydukları finansmanı sağlayarak bu ülkelerin iklim dirençliliklerini artırmaları ve sürdürülebilir kalkınma yolundan sapmamalarını sağlamalıdırlar. Bununla birlikte, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamaları için yeterli kaynakların ayrılmasını sağlamak için çabaları oldukça artırmak da gerekmektedir. Ancak tüm bunların ötesinde özellikle jeopolitik gelişmelerin ülkelerin iklim finansmanına pay ayırma konusunda çekimser kalmalarına neden olduğu böylesi bir dönemde, gelişmiş ülkelerin öncü rol üstlenerek iklim değişikliğiyle mücadelede gelişmekte olan ülkelerin yanlarında olduklarını göstermeleri gerekmektedir.
İklim değişikliği, hemen müdahale edilmesi gereken küresel bir krizdir ve dünya genelinde kalkınma sürecini yeniden şekillendirmektedir. Son Yeni Küresel Finans Paktı Zirvesi, finansal desteğe olan küresel toplumun farkındalığını göstermektedir. Buna karşın jeopolitik gerilimlerin iklim finansmanını yeniden yapılandırma çabalarına gölge düşürmemesi gerekmektedir. Zira iklim değişikliğiyle bugün ilgilenmezsek, gelecek nesiller için en az savaşlar kadar derin etkileri olacaktır. Sürdürülebilir bir gelecek ve dayanıklı bir dünya sağlamak için acil, işbirlikçi ve kararlı bir şekilde harekete geçmek tüm ülkelerin ortak sorumluluğudur.